Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Akşehir'de Bir Gün

 Akşehir’e vardığınızda, bir masal kitabının sayfaları açılıyor adeta. Sultan Dağları’nın eteğinde, gölün kenarında (maalesef neredeyse kurumuş bir göl) uzanan bu şehir, her köşesinde başka bir hikâye fısıldıyor. Akşehir'e vardığınızda sanki eski bir defter açılıyor. Nasreddin Hoca'nın bilgeliği, Selçuklu'nun taş işçiliği ve Osmanlı'nın zarif dokunuşları bu küçük şehirde birleşiyor. Sultan Dağları'nın eteklerinde, gölün hikayesi boyunca uzanan Akşehir, her köşesinde başka bir hikâye fışkırıyor. Gelin, bu hikayeleri bir keşfedelim; Seyyid Mahmud Hayrani Türbesi'nin huzurundan Eski Kilise'nin sessiz taşlarına, Nasreddin Hoca'nın kilitli kapısından İmaret Camii'nin kubbelerine, Taş Medrese'nin zamanına ve Ulu Camii'nin heybetine uzanalım. Sabahın erken saatlerinde, Eskikale Mahallesi'nin dar sokaklarında kendinizi buluyorsunuz. Orta Hamam Sokağı'nda,  Eski Kilise  sizi karşılıyor. 19. yüzyılda Akşehir'in Ermeni akınları tarafından ör...
En son yayınlar

Dara Antik Kenti'nin Toplu Mezarı: Yeniden Dirilişin İzinde

 Mardin kentinin yaklaşık 30 kilometre güneyinde, Oğuz köyünde yer alan Dara Antik Kenti, Mezopotamya'nın en önemli yerleşim merkezlerinden biri olarak bilinir ve “Mezopotamya'nın Efesi” olarak anılır. Bu kadim şehir, özellikle nekropol (toplu mezar) alanıyla dikkat çeker; buradaki “Büyük Galeri Mezar” dünyada eşine az rastlanan bir yapıdır. Dara Antik Kenti, MS 505 yılında Doğu Roma İmparatoru Anastasius tarafından Sasanilere karşı bir garnizon kenti olarak kurulmuş, Mezopotamya platformu ile Tur Abdin Dağları'nın kesiştiği yerde yer alır. Ancak Dara'yı benzersiz kılan, kentteki kaya kütlelerine oyulmuş etkileyici nekropol alanıdır. Bu alanda bulunan “Büyük Galeri Mezar”, hem mimarisi hem de ardındaki hikâyeyle adeta büyüleyici bir zaman kapsülü gibidir. MS 573 yılında Sasanilerle Romalılar arasında yaşanan büyük bir savaşta binlerce Roma askeri ve insan hayatını kaybettii. MS 591'de sürgünden dönen Romalılar, savaş meydanında yitip giden yaklaşık 3.000 kişinin kem...

Sultan Şeyhmus: Mardin’in Manevi Işığı

 1077 yılında Mardin’de doğan Sultan Şeyhmus, genç yaşta ilim ve hikmet peşinde koşarak Menbic’te medrese eğitimi aldı. Ancak ruhu, Mardin’in Sultanköy (Kürtçe: Şêxan) köyünün sakin topraklarında buldu huzuru. Abdülkadir Geylânî ile kurduğu derin manevi bağ, onun yolunu aydınlattı. Geylânî, bu mütevazı alimin büyük bir velî olacağını müjdelediğinde, Sultan Şeyhmus’un kaderi adeta mühürlenmişti. Soyunun Halife Ömer’e uzandığı, Medine’deki Ârif Hikmet Kütüphanesi’nde saklı Mevahib’ül-İhsaniyye adlı eserde yazılıdır; bu, onun manevi mirasının ne denli köklü olduğunu gösterir. Mardin’in kurak karstik platosunda su, bir hazine kadar kıymetlidir. Rivayete göre, Abdülkadir Geylânî’nin Mardin’e ziyareti sırasında su bulunamayınca, Sultan Şeyhmus asasını yere vurmuş. O anda, toprağın bağrından kırk farklı noktada su fışkırmış! Bu mucize, Şeyhan Çayı ve çevresindeki kırk çeşmenin doğuşu olarak anlatılır. Bugün bile bu sular, hem toprağı hem de gönülleri beslemeye devam eder. Mardin-Diyarbakı...

Kırklar Dağı’nın Mahzun Sevdası: Suzan ile Adil’in Hikayesi

  Diyarbakır’ın kadim toprağında, efsaneler yüzyıllardır rüzgârla fısıldaşır. Şehrin etrafını bir masal gibi saran dağlardan biri, Kırklar Dağı’dır. Kırk erenin nefesini taşıyan bu dağ, nice gönül sırrını, nice yürek yanığını içinde saklar. Bir zamanlar, Diyarbakır’ın en zengin ailelerinden birinde hüzün hüküm sürerdi. Geniş avlulu evlerinde, servetlerinin gölgesinde, bir çocuk sesi yankılanmazdı. Her gece yıldızlara bakıp gözyaşı döken bir ana ile, sessizce içini dağlayan bir baba… Dualar göğe yükselir, mumlar yanar, sadakalar dağıtılır, ama bebek sesi, bir türlü bu evin avlusunda yankılanmazdı. Bir gün, annenin yüreğinde umut fısıldadı: “Kırklar Dağı’na gidelim, oraya adak adayalım.” Adam önce çekinse de, özlemin ateşiyle yanarken boyun eğdi. Kırk gün, kırk gece dua ettiler, gözyaşlarını dağın toprağına düşürdüler. Nihayet, duaları kabul oldu: Gözleri kara, yüzü ay gibi parlak bir kızları dünyaya geldi. Sevincin adı Suzan oldu. Ona Suzi derlerdi. Suzan büyüdü; gözleri geceyi kısk...

Dicle Nehri’nin Gömük Mendereslerinde Yankılanan Bir Ağıt: Elo Dîno Destanı

  Botan’ın savrulan rüzgârında, Dicle’nin hüzünle çağlayan sularında, yüzyılların ötesine uzanan bir efsane yankılanır: Elo Dîno’nun adı, adaletin, yiğitliğin ve isyanın türküsünde, halkın kalbinde yaşamaya devam eder. Dicle Nehrinin yatağına gömülerek menderesler yaparak aktığı, başak sarısı bir coğrafyada, Bafê’nin yalnız toprak evlerinden birinde gözlerini açar Elo. Onun doğduğu gün, gökte güneş yok gibidir; yeryüzündeki tohumlar gibi, çaresizliğin ve açlığın gölgesi çökmüştür memlekete. Ne bir parça ekmek, ne bir kâse yoğurt eksik değildir sofralarda. Süt akmaz annelerin göğsünden; çünkü zalimler, kasırlarında kadeh tokuşturur, cariyelerin gerdanında refaha gülerken, halk açlığın ve yoksunluğun pençesindedir. Dicle bile, bu defa ihanet eder gibi, zenginlerin gönlünde, bezirgânların kesesinde akar. Elo Dîno, yiğitliğin ateşiyle büyür; kara kaytan bıyıkları ve delişmen bakışlarıyla Botan’ın umududur artık. Seyreder Dicle’yi bir kayanın üstünden, gözlerinden damlayan yaş gibi akar...

Birkleyn Mağaraları

  Dicle’nin çağlayan suları, sabahın ilk ışıklarında Lice’nin dağlarına bir türkü fısıldıyor. Birkleyn Mağaraları, Mezopotamya’nın kucağında, Bereketli Hilal’in taş yüreğinde saklı bir sır gibi duruyor. Vadiye adım attığınızda, sanki binlerce yıllık bir hikâye kitabının sayfaları açılıyor; Dicle’nin sesi, rüzgârın gurbet kokusu ve taşların asırlık yalnızlığı sizi sarıyor. Burası, suyun sabrıyla şekillenmiş bir tapınak, İskender’in ordularını sakladığı bir sığınak, zamanın ve insanın hem dost hem düşman olduğu bir arena. Şafak, vadinin sisle örtülü yamaçlarını usulca aralıyor. Dicle Nehri, milyonlarca yılda kalkerli kayaları oyarak Birkleyn’in mağaralarını doğurmuş. Vadi tabanından 60 metre yukarda, orta katmanda bir mağara gözünüze çarpıyor; girişi geniş, içi serin, sanki Dicle’nin nefesi hâlâ içinde. Elli metre daha tırmanırsanız, dar bir ağızdan uzun bir galeri uzanıyor, karanlığın içine çekiyor sizi. Sarkıtlar ve dikitler, suyun damla damla işlediği birer heykel; bazıları dimdik...

Detroit’in Müslüman Topluluğu: Tarih, Kültür ve Halal Metropolün Evrimi

  Michigan-Dearborn Üniversitesi’nde tarih profesörü olan Sally Howell’in  , Detroit bölgesindeki Müslüman sakinler arasında topluluk oluşturma üzerine bir konuşmasından derlenmiştir. Howell, başta  Hadha Baladuna: Arab American Narratives of Boundary and Belonging  (2022)  olmak üzere çok sayıda kitabın yazarıdır . Giriş Detroit, Amerika’nın sanayi kalbinin bir parçası olarak, sadece otomobil üretimiyle değil, aynı zamanda zengin bir kültürel mozaik ile de tanınır. Bu mozaikte, Müslüman topluluğun yeri ve tarihi, merak uyandırıcı bir hikaye sunar. 19. yüzyılın sonlarına kadar uzanan kökleriyle, Detroit’teki Müslüman nüfus, bir dizi göç dalgasıyla şekillenmiş; bu süreç, hem dini hem de kültürel kimliklerin harmanlandığı bir dönüşüm hikayesidir. Bu yazıda, Detroit’teki Müslüman topluluğun tarihsel arka planına, yaşanan önemli olaylara ve günümüz dinamiklerine odaklanacağız. “Halal metropol” kavramı çerçevesinde, Müslümanların yaşam alanlarını nasıl şekillendirdiğ...