Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Atlantik Okyanusu'nun Altında Keşfedilen Devasa Tatlı Su Rezervuarı

  Atlantik Okyanusu'nun altında, ABD'nin kuzeydoğu kıyısı açıklarında, gözenekli çökeltiler içinde sıkışıp kalmış devasa deniz altı tatlı su akiferi keşfedildi. Bilim insanları, Atlantik Okyanusu'nun altında gizlenmiş, New Jersey'den Maine'e kadar uzanan devasa bir tatlı su akiferinin varlığını doğruladılar. Bu dikkate değer keşif, bir gün dünyanın büyüyen su krizinin ele alınmasına yardımcı olabilir, ancak insan kullanımı için kullanılmadan önce birçok zorluk devam ediyor. Onlarca Yıldır Yapım Aşamasında Olan Bir Keşif 1970'lerde, Doğu Kıyısı açıklarında hidrokarbon sondajı yapan bir ABD hükümeti araştırma gemisi, beklenmedik bir şekilde deniz tabanının yüzlerce metre altında tatlı suyla karşılaştı. O zamanlar sınırlı teknoloji, bilim adamlarının akiferin boyutunu veya kökenini belirlemesini engelledi ve onu ilgi çekici bir anormallik olarak bıraktı. Bulgu, tatlı suyun okyanusun altındaki gözenekli tortul katmanlarda kalabileceğini ve muhtemelen buzul geri çe...
En son yayınlar

Hayvanların insan gürültüsüne tepki vermesinin beş dramatik yolu

Doğanın ses manzarası ritimlerle tanımlanır: Yıllar yeraltında kaldıktan sonra aynı mevsimde şarkı söylemeye başlayan periyodik ağustosböcekleri, her gün aynı saatte koroya başlayan kuşlar veya her akşam aynı saatte seslenen kurbağalar. Ses ortamına insan katkıları daha az ritmik olma eğilimindedir - vahşi yaşamla paylaştığımız alanlarda, ses ortamını trafik gürültüsü, endüstriyel gürültü, konuşma ve elektronik cihazlarla noktalıyoruz. Şehirlerin büyümesi, uluslararası ulaşımın artması ve kaynak çıkarmanın patlaması sayesinde insan kaynaklı gürültü son birkaç on yılda patladı. Araştırmacılar, bu büyüyen gürültünün vahşi yaşamı nasıl etkilediğini giderek daha fazla araştırıyorlar. Bilimsel literatürü taradık ve hayvanların raketimize çeşitli tepkiler verdiğini bulmak için vahşi yaşam uzmanlarıyla konuştuk. Kuşlar, eşlerini etkilemek için insan seslerini remiksliyor. Alaycı kuşlar, hayvanlar aleminin en iyi bilinen taklitlerinden bazılarıdır ve yetişkin erkek alaycı kuşlar yaşamları boyu...

Akşehir'de Bir Gün

 Akşehir’e vardığınızda, bir masal kitabının sayfaları açılıyor adeta. Sultan Dağları’nın eteğinde, gölün kenarında (maalesef neredeyse kurumuş bir göl) uzanan bu şehir, her köşesinde başka bir hikâye fısıldıyor. Akşehir'e vardığınızda sanki eski bir defter açılıyor. Nasreddin Hoca'nın bilgeliği, Selçuklu'nun taş işçiliği ve Osmanlı'nın zarif dokunuşları bu küçük şehirde birleşiyor. Sultan Dağları'nın eteklerinde, gölün hikayesi boyunca uzanan Akşehir, her köşesinde başka bir hikâye fışkırıyor. Gelin, bu hikayeleri bir keşfedelim; Seyyid Mahmud Hayrani Türbesi'nin huzurundan Eski Kilise'nin sessiz taşlarına, Nasreddin Hoca'nın kilitli kapısından İmaret Camii'nin kubbelerine, Taş Medrese'nin zamanına ve Ulu Camii'nin heybetine uzanalım. Sabahın erken saatlerinde, Eskikale Mahallesi'nin dar sokaklarında kendinizi buluyorsunuz. Orta Hamam Sokağı'nda,  Eski Kilise  sizi karşılıyor. 19. yüzyılda Akşehir'in Ermeni akınları tarafından ör...

Dara Antik Kenti'nin Toplu Mezarı: Yeniden Dirilişin İzinde

 Mardin kentinin yaklaşık 30 kilometre güneyinde, Oğuz köyünde yer alan Dara Antik Kenti, Mezopotamya'nın en önemli yerleşim merkezlerinden biri olarak bilinir ve “Mezopotamya'nın Efesi” olarak anılır. Bu kadim şehir, özellikle nekropol (toplu mezar) alanıyla dikkat çeker; buradaki “Büyük Galeri Mezar” dünyada eşine az rastlanan bir yapıdır. Dara Antik Kenti, MS 505 yılında Doğu Roma İmparatoru Anastasius tarafından Sasanilere karşı bir garnizon kenti olarak kurulmuş, Mezopotamya platformu ile Tur Abdin Dağları'nın kesiştiği yerde yer alır. Ancak Dara'yı benzersiz kılan, kentteki kaya kütlelerine oyulmuş etkileyici nekropol alanıdır. Bu alanda bulunan “Büyük Galeri Mezar”, hem mimarisi hem de ardındaki hikâyeyle adeta büyüleyici bir zaman kapsülü gibidir. MS 573 yılında Sasanilerle Romalılar arasında yaşanan büyük bir savaşta binlerce Roma askeri ve insan hayatını kaybettii. MS 591'de sürgünden dönen Romalılar, savaş meydanında yitip giden yaklaşık 3.000 kişinin kem...

Sultan Şeyhmus: Mardin’in Manevi Işığı

 1077 yılında Mardin’de doğan Sultan Şeyhmus, genç yaşta ilim ve hikmet peşinde koşarak Menbic’te medrese eğitimi aldı. Ancak ruhu, Mardin’in Sultanköy (Kürtçe: Şêxan) köyünün sakin topraklarında buldu huzuru. Abdülkadir Geylânî ile kurduğu derin manevi bağ, onun yolunu aydınlattı. Geylânî, bu mütevazı alimin büyük bir velî olacağını müjdelediğinde, Sultan Şeyhmus’un kaderi adeta mühürlenmişti. Soyunun Halife Ömer’e uzandığı, Medine’deki Ârif Hikmet Kütüphanesi’nde saklı Mevahib’ül-İhsaniyye adlı eserde yazılıdır; bu, onun manevi mirasının ne denli köklü olduğunu gösterir. Mardin’in kurak karstik platosunda su, bir hazine kadar kıymetlidir. Rivayete göre, Abdülkadir Geylânî’nin Mardin’e ziyareti sırasında su bulunamayınca, Sultan Şeyhmus asasını yere vurmuş. O anda, toprağın bağrından kırk farklı noktada su fışkırmış! Bu mucize, Şeyhan Çayı ve çevresindeki kırk çeşmenin doğuşu olarak anlatılır. Bugün bile bu sular, hem toprağı hem de gönülleri beslemeye devam eder. Mardin-Diyarbakı...

Kırklar Dağı’nın Mahzun Sevdası: Suzan ile Adil’in Hikayesi

  Diyarbakır’ın kadim toprağında, efsaneler yüzyıllardır rüzgârla fısıldaşır. Şehrin etrafını bir masal gibi saran dağlardan biri, Kırklar Dağı’dır. Kırk erenin nefesini taşıyan bu dağ, nice gönül sırrını, nice yürek yanığını içinde saklar. Bir zamanlar, Diyarbakır’ın en zengin ailelerinden birinde hüzün hüküm sürerdi. Geniş avlulu evlerinde, servetlerinin gölgesinde, bir çocuk sesi yankılanmazdı. Her gece yıldızlara bakıp gözyaşı döken bir ana ile, sessizce içini dağlayan bir baba… Dualar göğe yükselir, mumlar yanar, sadakalar dağıtılır, ama bebek sesi, bir türlü bu evin avlusunda yankılanmazdı. Bir gün, annenin yüreğinde umut fısıldadı: “Kırklar Dağı’na gidelim, oraya adak adayalım.” Adam önce çekinse de, özlemin ateşiyle yanarken boyun eğdi. Kırk gün, kırk gece dua ettiler, gözyaşlarını dağın toprağına düşürdüler. Nihayet, duaları kabul oldu: Gözleri kara, yüzü ay gibi parlak bir kızları dünyaya geldi. Sevincin adı Suzan oldu. Ona Suzi derlerdi. Suzan büyüdü; gözleri geceyi kısk...

Dicle Nehri’nin Gömük Mendereslerinde Yankılanan Bir Ağıt: Elo Dîno Destanı

  Botan’ın savrulan rüzgârında, Dicle’nin hüzünle çağlayan sularında, yüzyılların ötesine uzanan bir efsane yankılanır: Elo Dîno’nun adı, adaletin, yiğitliğin ve isyanın türküsünde, halkın kalbinde yaşamaya devam eder. Dicle Nehrinin yatağına gömülerek menderesler yaparak aktığı, başak sarısı bir coğrafyada, Bafê’nin yalnız toprak evlerinden birinde gözlerini açar Elo. Onun doğduğu gün, gökte güneş yok gibidir; yeryüzündeki tohumlar gibi, çaresizliğin ve açlığın gölgesi çökmüştür memlekete. Ne bir parça ekmek, ne bir kâse yoğurt eksik değildir sofralarda. Süt akmaz annelerin göğsünden; çünkü zalimler, kasırlarında kadeh tokuşturur, cariyelerin gerdanında refaha gülerken, halk açlığın ve yoksunluğun pençesindedir. Dicle bile, bu defa ihanet eder gibi, zenginlerin gönlünde, bezirgânların kesesinde akar. Elo Dîno, yiğitliğin ateşiyle büyür; kara kaytan bıyıkları ve delişmen bakışlarıyla Botan’ın umududur artık. Seyreder Dicle’yi bir kayanın üstünden, gözlerinden damlayan yaş gibi akar...