Akşehir’e vardığınızda, bir masal kitabının sayfaları açılıyor adeta. Sultan Dağları’nın eteğinde, gölün kenarında (maalesef neredeyse kurumuş bir göl) uzanan bu şehir, her köşesinde başka bir hikâye fısıldıyor. Akşehir'e vardığınızda sanki eski bir defter açılıyor. Nasreddin Hoca'nın bilgeliği, Selçuklu'nun taş işçiliği ve Osmanlı'nın zarif dokunuşları bu küçük şehirde birleşiyor. Sultan Dağları'nın eteklerinde, gölün hikayesi boyunca uzanan Akşehir, her köşesinde başka bir hikâye fışkırıyor. Gelin, bu hikayeleri bir keşfedelim; Seyyid Mahmud Hayrani Türbesi'nin huzurundan Eski Kilise'nin sessiz taşlarına, Nasreddin Hoca'nın kilitli kapısından İmaret Camii'nin kubbelerine, Taş Medrese'nin zamanına ve Ulu Camii'nin heybetine uzanalım. Sabahın erken saatlerinde, Eskikale Mahallesi'nin dar sokaklarında kendinizi buluyorsunuz. Orta Hamam Sokağı'nda,  Eski Kilise  sizi karşılıyor. 19. yüzyılda Akşehir'in Ermeni akınları tarafından ör...